1 Nisan 2011 Cuma





İnsanların çoğu, geleceklerinin ürkütücü ve 

karamsar olduğunu düşünüyor. Peş peşe gelen 

krizler, ekonomik sıkıntılar, yanı başımızda 

patlak veren savaşlar insanları karamsarlığa 

itiyor. Bu yüzden bilinmez geleceğimizin iyi 

sonuçlanmayacağını düşünüyoruz.


Unutulmaması gereken bir gerçek var! Her şey 

algılamayla ilgili. Olumlu sonuçlar i

stiyorsak, algılama yöntemlerimizi de 

değiştirmeliyiz. Geleceği korku temelli 

algılamaya devam edersek, endişe ve stresten de 

kurtulamayız. Tüm planlarımızı ve hedeflerimizi 

de askıya almak zorunda kalırız. Peki, algımı 

nasıl değiştireceğim. Ne yaparsam gelecek benim 

için umut vaad edici olur. Yaşam kalitemi nasıl 

arttırabilirim?




Hayatımızın kontrolü bizde. Allah’ın tüm 

insanlara verdiği ‘cüzi irade’ ile 

seçimlerimizi biz yapıyoruz. Yol ayrımına 

geldiğimde, kararı irademle ben veriyorsam, 

hayatımı da cüzi irademe göre ben yönetiyorum 

demektir. Burada yanlış anlaşılmak istemem. 

Bizi yaratan, yaşatan, rızıklandıran şüphesiz 

Allah’tır. Allah bize verdiği cüzi irade ile; 

yaptığımız her şeyin iyi veya kötü mükafatını 

göreceğimizi de bildiriyor. Seçimleri biz 

yapıyoruz, bu durumda iyi veya kötü yolu tercih 

etme yetkisini de biz tercih ediyoruz.

Ne kadar kontrollü davranırsak, gelecekten o 

kadar umutlu oluruz. Seçimlerimizin kalitesi, 

yaşam tarzımızla ilişkilidir. Önümüze çıkan 

seçenekler arasından bir seçim yaptıktan sonra, 

diğer tüm seçenekleri de hayatımızdan çıkartmış 

ve arkamızda bırakmış sayılırız.



Bu gün bir çok öğrenci, üniversite de istediği 

bölüme giremiyor. Yeni mezunlar ise, okuduğu 

alanda çalışmak istemiyor. Sonuç, mutsuz bir 

toplum. Şu bir gerçek ki; homurdanmak, şikayet 

etmek hiçbir zaman çözüm olamaz. Sadece; 

severek ve işbirliği yaparak hayatımızda olumlu 

etkiler ortaya çıkartabiliriz.


Hayatımız boyunca düşünce tarzımızı hiç 

değiştirmeden, aynı şekilde düşünmeye ve 

yaptıklarımızı yapmaya devam edersek; her zaman 

elde ettiğimiz aynı sonuçlara ulaşırız. Yani 

diğer bir deyişle, bir şeyler değiştirmek 

istiyorsak, hep aynı sonucu almaktan 

sıkıldıysak, önce düşünce tarzımızı sonra da 

eylemlerimizi değiştirmeliyiz.


Hayatımızda bir sıçrama yapmak için, bakış 

açımızı değiştirmeliyiz. Örneğin tek başına 

zararsız olan iki kimyasal madde, bir araya 

geldiğinde inanılmaz bir enerji ortaya 

çıkartıyor. Bizimde hayatımızda mevcut olan ve 

bir sıçrama yapmamızı sağlayacak duygu, düşünce 

ve davranışları bulup bir araya getirmemiz 

gerekiyor.

Evrendeki tüm olaylar, nasıl gördüğümüze bağlı 

olarak değişir. Defterinize kocaman bir ‘C’ 

harfi çizin. Bu iç bükey mi, yoksa dış bükey 

mi? Dışarıdan bakarsanız dış bükey, içeri 

bakarsanız iç bükey. Nasıl bakarsak öyle 

görürüz. Ne görürsek ona inanırız.


Zihin haritası denen bir kavram var. 

Hedeflerimize ulaşmak için bir takım yollar 

belirleriz. Öyle bir yere geliriz ki, çıkış 

bulamayız. Daha sonra bu hedeften sonsuza kadar 

vaz geçeriz. Ama şartlar değişiyor. Hayat 

değişiyor. Dün imkansız olan şey, bu gün mümkün 

olabilir. Zihin haritamızı güncel tutarak, 

hedeflerimizi gereği kadar esnek belirlersek, 

yolumuzu da kaybetmeyiz, hedeflerimizden de 

sapmamış oluruz.



Kimler sildi aklımızdan saflığı? Biz bu kadar kirlenmiş çocuklar değildik? Zaten ne ara büyüdüğümüzü bile anlayamamıştık, sevdayı siyaha boyamayı ne zaman öğrendik? Düşlerimiz yok muydu? Yan komşunun oğluna gönlümüz kaydığında, saatler boyu yol gözlediğimizde, taşıdığımız aynı kalp değil miydi? İlk öpüştüğünüz günü düşünün. Ellerinizin nasıl terlediğini, yüzünüzün kızardığını, koşarak eve kaçtığınızı hatırlamıyor musunuz?

Yan yana yürürken ellerin çarpışması için ettiğimiz duaları, sinemada sarılmasını beklerken filmi kaçırmayı, ilk randevuların pastanede olmasını, unuttuk mu? Birlikte içilen gazozun, şimdi içilen en pahalı şampanyadan bile lezzetli olduğu o yıllarda yaşayan da bizler değil miydik? Sevişmeyi öğrendiğimiz için mi bozuldu hepsi?

Eve geç kalıp babadan dayak yeme riskini göze almak, sevgiliyle beş dakika daha fazla olabilmek için değil miydi? Cep telefonumuz olmadan, saatler boyu sabırla buluşma yerinde bekleyebilmek için, aşktan başka neyi olabilir ki insanın? Altımızda son model arabalarımızın olmadığı zamanlarda, uzun yürüyüşler yaparak ulaştığımız çay bahçelerini, şimdi gitmeye değer bulmamak, bizim neye dönüştüğümüzü gösterir?

Bizler, kendimizi kirletirken, bize inanan aşkı da lekeledik. Onu parçalamak için uğraştık. Egolarımızı sevginin önüne koyduk. Yalan söyledik, aldattık. Gözlerimiz döndü para diye, aşkı üç otuza sattık.

Anılarımıza sahip çıkmadık. Kimseyi hatırlamadık. O kadar bulandı ki yaşadıklarımızdan aklımız, emek verenlerin üstüne bastık. Her ilişkimizi çıkar üstüne kurduk. Karşılıksız yapılan ne varsa, hepsine gülerek baktık. Alay ettik, aramızda biraz temiz kalmış kim varsa ve daha acısı, bunu yaparken hiç utanmadık.

Bizler, önce kişiliklerimizi kaybettik. Sahte özgüvenlerle yollara çıkıp, satın aldıklarımızla var olabildik. Sonra kalplerimiz bozuldu, abdaldık, aptal olduk. Sonunda kör olmayı becerdik. Baktıklarımızın gerçek olmadığını, masalların birer yansıması olduğunu fark edemedik. Kendimizle o kadar ilgiliydik ki, aynadaki yansımamızdan başka bir şey sevemedik. Sen bizi affet Tanrım, sanırım biz aşkı kaybettik….

keşkeler..:((((

asla yakaladığınız AŞK'ı bırakmayın

bilinmezkii birdaha size ne zaman uğrAR..